Binlerce yıldır arılarla insanlar yan yana yaşıyor. Ama biz onlara sadece bal yapan böcekler olarak mı bakıyoruz? Yoksa arılarla olan ilişkimiz, düşündüğümüzden çok daha derin mi?
Bugün size baldan önce arılardan, insanla kurdukları kadim ilişkiden ve neden hâlâ bu küçük canlılara hayranlıkla bakmamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum.
Bilimsel araştırmalara göre, bal arısının ataları yaklaşık 100 milyon yıl önce yeryüzünde ortaya çıktı. Dinozorlarla aynı dönemde yaşayan bu ilkel atalar, aslında bugünkü arılar gibi değildi. İlk başlarda etçil olan bu böcekler, zamanla çiçekli bitkilerin evrimiyle birlikte vejetaryen bir beslenme düzenine geçti. Protein ihtiyaçlarını çiçek polenlerinden, enerji ihtiyaçlarını ise çiçek nektarından karşılamaya başladılar.
Bu dönüşüm sadece arıların değil, tüm ekosistemin kaderini etkileyen büyük bir evrimsel adım oldu.
Bu bilgi yalnızca bir varsayım değil. 2006 yılında Myanmar’da, bilim insanları 100 milyon yıllık bir arı fosilini amberin içinde, neredeyse kusursuz bir şekilde korunmuş olarak keşfetti. Bu fosil, o dönemde arıların çiçekli bitkilerle kurduğu ilişkinin evrimsel izlerini taşıyordu. Yani arılar, insan bile ortada yokken doğanın sessiz mühendisleri olarak çalışıyordu.
Peki insanlarla yolları ilk ne zaman kesişti?
İspanya’nın Valensiya şehri yakınlarında, yaklaşık 8.000 yıl öncesine ait bir kaya resmi bulundu. Bu resimde bir kadın, kayalara tırmanarak çıplak elleriyle bir arı kovanından bal alıyor. Etrafında uçuşan arılar bile özenle resmedilmiş. Bugün bile bu sahneye bakınca, insanın doğayla kurduğu ilk bağlardan birine tanıklık ettiğimizi hissediyoruz.
Bu figür beni çok etkiliyor. Belki de bu yüzden Arpaalanı Bal’ın logosunda o kadını kullandık. Çünkü bu sahne, doğayla uyumlu emeği, sadeliği ve eskiyle bugünü birbirine bağlayan bir bağı simgeliyor.
M.Ö. 2400’lere ait Mısır kabartmalarında insanlar kovandan bal alırken resmedilmiş. Anadolu’da, özellikle Hitit ve Hatti uygarlıklarında sistemli arıcılık yapıldığına dair izler var. Bazı kültürler arıları kutsal kabul etmiş. Bal sadece bir gıda değil, aynı zamanda şifa kaynağı olmuş.
Bugün modern yöntemlerle üretim yapılsa da, özünde hâlâ doğaya dikkat kesilerek, sabırla ve sevgiyle yapılan bir iş bu. Doğru zamanı beklemek, doğru çiçeği arıya bırakmak, doğayla birlikte yaşamak.
Bal arılarının en dikkat çekici özelliklerinden biri de çiçek sadakati göstermeleridir. Yani bir arı bir gün lavanta çiçeğinden çalışmaya başladıysa, o gün boyunca sadece lavanta çiçeğiyle ilgilenir. Bu davranış, doğa için büyük bir avantaj sağlar: Polenler aynı tür çiçekler arasında taşınır ve verimli bir tozlaşma gerçekleşir.
Aynı zamanda bu sadakat, arıların iyi birer polinatör olmasının da temel nedenidir. Onlar sayesinde meyveler, sebzeler, tohumlar çoğalır; doğa çoğalır.
Arılar sadece bal üretmez. Soframıza gelen her üç lokmadan biri onların tozlaşma emeği sayesinde oluşur. Ancak bugün arılar, iklim krizi, tarım ilaçları, tek tip tarım uygulamaları ve yaşam alanlarının daralması gibi birçok tehditle karşı karşıya.
Bu yüzden onlara sadece “bal yapan böcekler” değil, birlikte yaşadığımız, doğanın dengesini sağlayan ortaklarımız olarak bakmalıyız.
Bu yazıyı Arpaalanı Bal’ın üreticisi Yusuf olarak kaleme aldım. Şırnak ve Hakkari yüksek yaylalarında, doğayla uyum içinde üretim yapıyoruz. Bu kadim ortaklığın bir parçası olmak hem onur hem sorumluluk. Arılarla beraber çalışmak, sabrı, sadakati ve doğayı yeniden tanımak gibi bir şey.